Header Ads

reklam

SOKAK ZİYNETİ

Aylar sonra yağmur terk ediyordu bu şehri. Öyle ki yerine sessiz sedasız göğe konan bir güneş... Rüzgar da bu senfoniye serin esiyordu. Sanıyordum ki içim ısınıyor. Güneşin sıcaklığı tenime her değdiğinde bir yanık kokusu beliriyor, etrafıma ise doluyor sigara dumanına benzer bir duman. Isınmıyordu içim, fark ettim ki yanıyorum ve belli belirsiz bir özlemle kavruluyorum. Belki bir kaç ay öncesi yahut bir kaç sene öncesi, keşkelerim. Kim bilebilir belki de çocukluk özlemi. Yaşanmamış çocukluk, yaşanmamış gençlik, yitip giden bir yaz akşamı gibi. Çok geçmeyecek seziyorum içim de yanacak. Ardından serin esen bu rüzgar alıp götürecek küllerimi. Ruh göçü gibi; toprağa karışan küllerim yeni bir umut yeşertecek. Evet, bir çöp poşeti gibi buruşturup kenara fırlatmak istiyordum düşüncelerimi. Yapamıyordum, yapamazdım. Hapishane özgürlüğü yaşıyorum, sokağa çıkmaktan korkuyorum. Güneşten değil bu korku, pervasız, menfi insanlardan... Ancak veranda bellediğim ufacık balkondan seslenirdim güne. Ve sokak bildiğim salonlarda gezmediğim tek bir karış yer yoktu.  Ama bugün pervane misali kaldırım taşlarını eriten güneşin ve cehennem ateşi o gözlerin karşısına çıkıyordum. Hayli garip bende de bir pervasızlık... 

Kaldırım taşlarından yüzüme yansıyordu güneşin sıcaklığı. Boğazım da bir o kadar kurak. Başımı öne eğmem gerekiyordu güneşten korunmam için ve öylede yaptım. Ama umursamıyordum, adımlarımı kilitledim o sevdiğim; balkonda yüzümü ve betiğimi aydınlatan lambaya. Gecenin ziyneti olan bu sokak lambası bir hayli yorgun görünüyordu. Sanki yaz akşamları geldi diye melül olmuş. Daha iyi seçebilmek için kaldırdım yüzümü yerden.  Bulanık görüntü netleşene kadar olduğum yerde dikildim. Sanki ormanın derinliklerinde annesini kaybetmiş bir ceylan gibi duruyordu. Gözlerini açabilseydi sabahlara belki de ağlardı.  Belkide güneş daha fazla kalacak gökte, kimse anlamıyor diye üzgündü. Nedeni ne olabilirdi sepya gözlümün bilmiyordum ama derinlerimde hissettim bir boran. 

Yüzüme vuran rüzgarı yarıp sokak lambasının dibine geldiğimde içimdeki o boran göllere dökülen engin bir şelaleye döndü. Tam kalbimin ortasına ise saplanır oldu şimşek hızında bir ok. Bedenime de soğuk bir örtü sarıldı. Gözlerime geceden kalma bir perde iniverdi. Bir yitişin ardından bende ölüyordum. Unuttuğumu sanıyordum oysa, ama her şey o gece olduğu gibi canlanıyordu. Sadece bu sahne benim için hazırlanmıştı. Garip bir kabus olsun istedim; değildi. Belki o gece sokak lambasını sevmeyi bırakmak için iyi bir nedendi. Yapamadım, yapamazdım; başka kimi sevebilirdim ki? Keşke o gece izin vermeseydim olanlara, belki o siyaha dönmüş mavi kanatlar bir günü bir yıl diye yaşardı. Her şey gözümde canlandıkça daha iyi kavrıyordum, bunların sorumlusu sokak lambası değil bendim. Ve cezalandırılıyorum Tanrı tarafından. Şimdi kaldırım taşlarıyla beraber dizlerimde eriyordu. Gözlerime inen perdeyi de görmez olmuştum ki o gece olduğu gibi koluma dokundu pamuksu bir his. Etraf aniden aydınlanıverdi, sokaklarda ise çocuk esleri belirdi. Uzaklardan burnuma indi bir yanık kokusu. Şakaklarımdan inen terin serinliğini fark ettim. Şimdi her şeyin farkına vardım, hepsi hülyadan ibaretti...

Hiç yorum yok